1 Aralık 2012 Cumartesi

Asif Baloch İle Röportaj


1)Öncelikle Beluciler kimdir? Belucilerin kökeni ve yaşadıkları coğrafya hakkında bize neler söyleyebilirsiniz?
Tarihçiler Belucilerin kökeni hakkında değişik görüşlere sahipler. Naseer Dashti’nin yakın zamanda yayınlanan ‘Beluciler ve Belucistan’ kitabı iyi bir kaynak olarak kullanılabilinir. Gull Khan Naseer ve birçok yazar tarafından yazılmış ‘Belucistan’ın Tarihi Bölüm:1 ve 2’ kitabı da Belucilerin kökenine  ve tarihine ışık tutmuştur.Günümüzde Beluciler Pakistan’ın güneybatısında Belucistan olarak adlandırılan bölgede yaşamaktadırlar, ve Pakistan’ın Sindh ve Punjab bölgeleriyle sınır komşusudurlar. Pakistan’daki Belucilerin tahmin edilen nüfusu 10 milyondan fazladır. Yaklaşık olarak 2 milyon Beluci İran’ın Zahedan bölgesinde ve 1 milyon Beluci ise Afganistan’da yaşamaktadır. Umman, Bahreyn, Birleşik Arab Emirlikleri ve Suudi Arabistan’da da Beluciler yaşamakta ve o bölgelerde El-Bauşi olarak bilinmektedirler. Dikkate değer sayıda Beluci Avrupa ve Kenya’da bulunmaktadır.


2)Belucistan Kurdistan'a benzer bir şekilde 3 parçaya bölünmüş durumda. Bize her parçadaki durum hakkında neler söyleyebilirsiniz? Mücadele her parçada aynı seviyede mi ilerliyor? Her parça aynı taleplere mi sahip? 



Sadece Pakistan’da ikamet edenler değil İran ve Afganistan’dakiler de özgürleşmeyi ve kendi  ülkelerini istiyorlar. Pakistan ve İran’ın hiç azalmayan zulüm ve baskısı dünyanın çeşitli yerlerinde özellikle Avrupa, Umman ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde yaşayan Belucileri  sırasıyla Britanya ardından Pakistan,İran ve Afganistan’a kaptırdıkları ülkeleri için mücadeleye motive etti. Belucistan’da yaşayan kardeşlerinin uzun süreli mağduriyetleri sürgünde olan Beluci siyasileri ve diasporada yaşayan sosyal medya aktivistleri üzerinde farkındalık yarattı. Hâlâ yapılması gereken çok şey var, ve biz Kürt kardeşlerimizin mümkün olan her platformda bizler için seslerini yükseltmelerini  temenni ediyoruz. Belucilerin Pakistan’daki mücadelesinin 65 yıllık geçmişi var örneğin doğal olmayan Pakistan Devleti 1947  yılında ortaya çıktı, İngiliz güçlerinin çekilmesinden sonra Belucistan kaba kuvvetle Mart 1948'de işgal edilmiş olsa da , o zamandan beri Beluciler 4 kez savaştılar ve 5.si de sürüyor, bu nedenle İran parçası ile karşılaştırırsak, Pakistan’daki Beluci hareketinin ivmesi daha yüksek. Bununla birlikte İran’ın Zahedan bölgesinde Beluci gençlerinin asıldığı ve öldürüldüğü uzun döneme yayılmış düşük düzeyde bir ayaklanma sürüyor. Pakistan ve İran’ın vahşeti büyük ve Beluciler bu iki ülkede köle konumundalar, temel İnsan Hakları her gün çiğnenmekte.  2005 yılından beri yaklaşık olarak 14500 Beluci kaybedildi, Pakistan işgalindeki Belucistan’da dahil, kurbanlar arasında siyasetçiler, entellektüeller, hukuçular, öğrenciler, şairler, halk müziği sanatçıları, çiftçiler ve neredeyse hayatın her kesiminden insanların olduğu 500’den fazla kişinin vücudunun çeşitli bölgeleri kesilmiş, darp edilmiş cesetleri bulundu. 80 yaşındaki Akbar Bugti ve Balaach Marri gibi bazı ünlü liderler helikopterler, Jetler ve kimyasal silahlarla açıkça hedef alındı. İran işgalinde altındaki Belucistan’ın durumu da pek farklı değil, Beluciler için yükseltilen her ses mahkemelerin verdiği idam kararlarıyla sonsuza dek kesiliyor. Dünyada idam cezası oranının  en yüksek olduğu yerin İran olduğu unutulmamalıdır. Belucilerin sorunları Afganistan’da daha azdır. Afganistan en azından Belucilerin farklı dili ve kültürü olan bir millet olduğunu kabul etmiştir. Afganistan’ın başlıca Beluci bölgelerinde resmi dil Belucicedir. Üstelik Afganistan Pakistan’ın işgal ettiği Belucistan bölgesinden gelen mültecileri her zaman kabul etmiştir.  



3)Detaya inersek Belucistan mücadelesi hakkında neler söyleyebilirsiniz? Bildiğimiz kadarıyla birkaç farklı organizasyon mevcut?

Beluciler politik ve silahlı güç alanında her zaman aktif olmuşlardır.Pakistan işgalindeki Belucistan’daki Şehit Akbar Bugti’nin torunu Brahumdagh Bugti’nin liderliğini yaptığı Beluci Cumhuriyetçi Partisi BRP (kendisi mülteci statüsü aldığı İsviçre’de faaliyet göstermektedir), Şehit Ghullam Mohammad’in takipçisi olan, liderliğini Khalil Baloch’un yaptığı Beluci Milliyetçi Hareketi (BNM), Şehit Balaach Marri’nin takipçisi Beluci Ulusal  Sesi  (BNV) politik olarak aktifler ve Beluciler arasında farkındalık oluşturuyorlar.Bu siyasi partiler siyasi  çözüme inanmadıklarından parlamenteri olmayan partiler olarak biliniyorlar ve devletin idare ettiği seçimleri her zaman boykot ederler ve Pakistan’ın her kurumuna açıktan karşı çıkarlar. Bunların dışında Kayıp Belucilerin Sesi (VBMP) ve uluslararası kolu olan Uluslararası Kayıp Belucilerin Sesi (IVBMP) haydut Pakistan Devleti tarafından gün ışığında sayısız şahitlerin gözü önünde kaçırılan Belucilerin davasının ciddiyeti konusunda farkındalık yaratmak için yurtiçi kamuoyunu ve uluslararası toplumu aktif bir şekilde seferber etmekte. Ayrıca Londra’da sürgünde yaşayan Yurtsever Beluci Lider Hyrbiyar Marri Beluci mücadelesine destek olmaları için Avrupa toplumunu seferber etmek için çalışmalar yürütüyor. Hyrbiyar Marri’nin kardeşi ve BRP başkanı Brahumagh Bugti’nin yakın akrabası olan  Mehran Baloch da Belucistan ve Belucileri Birleşmiş Milletlerin İnsan Hakları Konseyi’nde temsil ediyor ve İnsan Hakları organlarının sayısız oturumunda konuyu gündeme taşımıştır. Mehran, Beluci Hareketini uluslararası arenada başarıyla temsil etmiştir.

Özgür Beluci Öğrenci Derneği (BSO-A) on yıllardır dikkate değer şeyler yapmaktadır. Bugün gördüğümüz birçok lider ve entellektüel bir zamanlar BSO-A’nın üyesiydiler. Kurum, kendisini Beluci davasına adamış eğitimli gençler üreten, vizyonu olan bir platform sunmaktadır. Belucilerin silahlı direniş gücü olan Beluci Kurtuluş Hareketi’nin (BLF) başkanı Dr. Allah Nazar da bir zamanlar bu Derneğin üyesiydi. Bu Derneğin üyeleri anavatanları Belucistan için siyasi ve silahlı mücadele vermektedirler. Ayrıca Beluci Cumhuriyetçi Parti’nin öğrenci kolu olduğuna inanılan Beluci Cumhuriyetçi Öğrenciler Derneği  (BRSO) de öğrenciler için bir diğer platform.  Ayrıca Beluci İnsan Hakları Konseyi (BHRC), Belucistan'daki insan hakları ihlallerini,yaşanan vahşeti ve Pakistan’ın devlet terörünü uluslararası alana taşıyor.

Bütün siyasi partiler ve kurumlar koordineli bir şekilde Beluci sorununa tek çözümün özgürleşme ve en büyük kazanımın bağımsız ulus olma durumunu geri kazanmak olduğuna Beluci kitlelerinin çoğunluğunu ikna etmeye çalışıyorlar. Onların sıkı çalışmaları sayesinde devletin manipüle ettiği seçimlere katılım önemli ölçüde azalmış ve zamanla daha fazla sayıda Beluci, kurtuluş mücadelesine katılmaya başlamıştır. Onların kendi milletleri adına gösterdikleri fedakarlık Beluci halkı için motivasyon ve ilham kaynağı olmuş, adil ve özgür seçim isteği yerini bağımsızlık isteğine bırakmıştır. ABD Kongresi’nde Belucistan oturumu, yine ABD Kongresi’nde Belucilerin Bağımsızlık hakkı önergesi ve Belucistan’da kayıplarla ilgili Birleşmiş Milletler Çalışma Grubunun ziyareti , Beluci mücadelesinin şimdiye kadar elde ettiği önemli kazanımlardandır.


Beluci Cumhuriyet Ordusu (BRA), Beluci Kurtuluş Hareketi (BLF) ve Lashkar-e Belucistan devlet güçlerine karşı gerilla savaşı veren silahlı gruplardır. Bu gruplar Pakistan ordusuna ağır kayıplar verdirdiler ve birçok hükümet tesislerini tahrip ettiler. Pakistan Ordusunun hava saldırılarını da kapsayan her türlü şiddetine, savaş helikopteri taşıyan gemilerine, tanklarına, donanımlı toplarına, kimyasal silahlarına, ABD’nin temin ettiği  bunker buster bombalarına (toprak altındaki hedefleri vuran bir tür bomba) ve kısa menzilli füzelerine rağmen özgürlük savaşçılarının ruhunu sarsamadılar ve savaşçıların sayısı her geçen gün katlanarak artmakta. 2005’te sayıları bir kaç yüz olan savaşçıların sayıları şimdi binlere ulaştı. Savaşçıların Belucistan’ın engebeli dağlarına sığınmaları, etkili savaş teknikleri ve vatanlarına bağlılıkları, Beluci halkı arasında  Özgürlük Savaşçısı anlamına gelen ‘Sarmachars’ unvanını kazandırmıştır.

4) Beluciler ve Kürtler ortak tarihsel geçmişe sahip,bununla birlikte günümüze baktığımızda aynı kaderi paylaştıklarını görüyoruz.Sizin açınızdan Kurdistan mücadelesi nasıl görünüyor? İlişkilerin geliştirilmesi için neler önerebilirsiniz? 
Eğitimli Belucilerin kendi aralarında yaygın bir şekilde tartıştığı Kürt Mücadelesi Beluci halkı için bir ilham kaynağıdır, bizler sık sık Beluci Mücadelesinin eksikliklerini işaret etmek amacıyla Kürdistan Mücadelesi ile karşılaştırırız. Kürdistan mücadelesi ile ilgilenmemizin başka bir nedeni de Belucistan’da yaşayan Kürtlerin sayısının fazlalığı, ve bu Kürtler Beluci olarak kabul edilmekte. Kürdistan mücadelesi ile ilgili haberleri Rudaw’dan takip ediyoruz. Bizce Kürdistan mücadelesi Beluci mücadelesinden çok ilerde, çünkü Irak Kürdistan’ı ve Suriye Kürdistan’ının büyük bir kısmı özgürleştirilmiştir.  Ayrıca Kürtler, Türkiye işgalindeki Kürdistan’ı özgürleştirmekte etkili olacak bir orduya sahipler.  Kürdistan siyasi güçlerinin önlerinde uzun bir yol olduğundan şimdikinden daha organize bir şekilde bir araya gelmek zorundadırlar. Petrol ve Gaz arama çalışmaları ve uluslararası şirketlerin ilgileri doğru kullanılırsa mücadele için muazzam kaynaklar oluşturulabilir. Bence Kürtler kendi ülkelerini geliştirirken özgürlük savaşı veriyorlar, yani bu iş öyle kolay olmayacak ve durmaksızın yoğun çalışma gerektiriyor. Kürt kardeşlerimizin yakında bağımsızlık şafağını görmeleri için dua ediyoruz ve Kürt kardeşlerimizin kendi kapasiteleri içinde Beluci halkına yardım edeceklerini umuyoruz. Kürt ve Beluci liderler ve diasporadakiler birbirlerini daha iyi tanıyabilecekleri ve etkileşimde bulunabilecekleri ortak bir Kürt-Beluci Forumu aracılığıyla yakın bir çalışma ilişkisi geliştirebilirler.  Bizler, ortak bir soydan geliyoruz ve hemen hemen aynı kültürü paylaşıyoruz, dillerimiz birbirine benziyor, hatta büyük bir çoğunluğumuz aynı dini paylaşıyor. Böylesi yakın bir etkileşimin sadece birbirimize yardımcı olmak için yakın çalışma ilişkisi geliştirmekle kalmayacağını, gelecekte iki ülke arasında güçlü bağlar oluşturacağını düşünüyoruz.

5)Yakın bir gelecekte Belucistan'da bir statü değişikliği bekliyor musunuz? Beklentileriniz nelerdir? 

Pakistan kuruluşundan bu yana insan haklarına ve uluslararası barışa büyük hasar vermiştir, ve işlediği suçlar geçmişte göz ardı edilmiştir. İnternet ve Sosyal Medya sayesinde Pakistan’ın iğrenç suçlarını gizlemesi mümkün değildir. Artık bütün dünya onun işlediği suçları bilmektedir. Üstelik ABD ve NATO güçlerinin Afganistan’i işgalinden sonra  Güney Asya’daki enerji savaşında senaryo değişikliğine gidilmesi, derin deniz limanları ve doğal kaynakları olan Belucistan’a artı bir etki kazandırmıştır.Bu etkiyi akıllıca kullanıp uluslararası güçlerin güvenini kazanmak Beluci halkının elindedir.  Biz uygar dünyanın güvenini kazandığımızı düşünüyoruz, ve dünya liderleri artık laik Bağımsız Belucistan’ın küresel  kalkınmaya daha iyi katkıda bulunacağına inanıyor. Beluci halkının yıllardır verdiği mücadeleden umutluyuz, onların anavatan uğruna yaptıkları fedakarlıklar ve verdikleri çabalar sayesinde uygar dünya, üzerinde Bağımsız Belucistan olan haritayla dünyanın daha iyi bir yer olacağına inanıyor.

Asif Baloch 
Twitter: https://twitter.com/qambarbugti

Çeviri: Semra Zerikî Twitter: https://twitter.com/SemraG 

Röportajın ingilizce hali için; http://welatekurdan.blogspot.com/2012/12/interview-with-baloch-activist.html


Interview With a Baloch Activist


1)First of all, who are Baloches? What can you tell us about the origins of Baloches and where they live geographically?

Historians hold different perspectives about origin of Baloch People, The Recently published Book of Naseer Dashti “The Baloch and Balochistan” can be utilized as a good reference book, “History of Balochistan Part 1& 2” By Gull Khan Naseer and Many other Writers have shed light on Baloch origin and History.

Currently Baloch live in South Western Province of Pakistan named Balochistan, and the bordering areas of Sindh and Punjab Provinces of Pakistan. The estimated Population of Baloch in Pakistan is more than 10 million. Nearly two million Baloch live in Zahedan Province of Iran and 1 million in Afghanistan. An overwhelming number of Baloch people live in Oman, Bahrain, UAE and Saudi arabia, where they are known as Al-Baushi. Presence of Baloch in Europe and Kenya are also noticeable.

2)Balochistan is subdivided between 3 states similar to Kurdistan. Can you tell us about situations in each part of Balochistan? Does the struggle in each part progress in the same line? Do all parts have same demands, or not?


Not only indigenous   Baloch dwelling in Pakistan, Iran and Afghanistan want liberation and the country of their own, but the unabated tyranny and oppression of Pakistan and Iran also motivated the Baloch living worldwide, perticularly Europe, Oman and UAE to struggle for the country they lost first in the hands of Britishers and then to Pakistan, Iran and Afghanistan. Baloch political workers in exile and social media activists have managed to bring awareness among the Baloch Diaspora about the long lasting grievances of their brothers and sisters living in Balochistan. Still there is lot to be done, and we request our kurdish brothers and sisters to raise their voice in every possible forum.


Baloch struggle in Pakistan has a history of 65 years i.e since the unnatural state pakistan came into bieng in 1947, though Balochistan was invaded in march 1948 by brutal force after withdrawal of British forces, since then the Baloch has fought 4 wars and 5th one is in progress, therefore camparing to Iranian part, the momentum of Baloch movement in Pakistan is higher than that of Iran. Nonetheless a low level insurgency is lingering in Iranian Province of Zahidan, where thousands of Baloch youth has been hanged and killed by iranian forces. Brutalities of Pakistan and Iran are enormous, and Baloch are practicaly slaves in both countries, Basic Human Right are violated everyday, Since 2005, estimated 14500 Baloch have gone missing and more than 500 mutilated bodies has been recovered from different parts of Pakistani occupied Balochistan, among victims are political workers, Intelectuals, Lawyers, Students, Poets, Folk Singers, Farmers and almost people from all walks of life. Some Famous leaders like  80 year old Akbar Bugti and Balaach Marri were targetted openly with the help of Gunships, Jets and Chemical weapons. The situation in Iranian occupied Balochistan is not much different, every voice raised for Baloch is bieng shut forever by legitimizing their death by court oders. It should be noted that Death penalty rate in Iran is highest in the whole world.Baloch grievances in Afghanistan are much less, Afghan Governments atleast recognized Baloch as a different nation with different language and culture, as the official language of the Baloch majority provinces in Afghanistan is Balochi. Moreover Afghanistan has always accomodated the Baloch Refugees from Pakistani occupied Balochistan.

3) Going in to more detail, what can you tell us about the workings of the struggle in Balochistan? There are several organisations at hand as far as we know, can you tell us about them?

Baloch has been active in both Political and armed front, Political parties in Pakistani occupied Balchistan Like Baloch Republican Party (BRP) headed by Brahumdagh Bugti (operating from switzerland where he took political asylum), he is the Grandson of Martyr Akbar Bugti, Baloch National Movement (BNM) headed By Khalil Baloch, the follower of Martyr Ghullam Mohammad, Baloch National Voice (BNV) the followers of Martyr Balaach Marri are politically active in bringing awareness among Baloch masses. These political parties are known as non-parliamentarians as they dont believe in political process of Pakistan, they have always boycott state managed elections and openly defy ever institution of Pakistan.


Moreover the Voice for Baloch Missing Person (VBMP) and its Interational wing  the International Voice for Baloch Missing person (IVBMP) is actively taking part to mobilise domestic and international community to bring awareness about the seriousness of Issue of Baloch that have been abducted in broad day light infront of countless vitnesses by the rogue Pakistani State. Also the Baloch Patriotic Leader Hyrbiyar Marri who is living in exile in London is leaving no stone unturned to mobilise europian community for the support of Baloch Struggle. Mehran Baloch who is brother of Hyrbiar marri and Brother in law of BRP president Brahumdagh Bugti is representing Balochistan and Baloch People in Unite Nation HR council and has been vocal in countless council sessions of HR bodies. He has successfully presented the Baloch Movement Internationally.


The Struggle of Baloch Student Organization Azad (BSO-A) has been remarkable for decades, Many leaders and intelectuals that we see today were once members of BSO-A, a visionary platform that has produced educated youth comitted to Baloch cause. Dr. Allah Nazar who is leading Baloch armed resistant group named Baloch Liberation Front (BLF) was once chairman of BSO-A. Members of this organization has bled for their mother land Balochistan on political as well as on armed front. Baloch Republican Student Organization (BRSO) is also a platform for students, that is believed to be the student wing of Baloch Republican Party (BRP).
Furthermore, Baloch Human Rights Council (BHRC) is highligting the serious Human Rights Violation and abuses in Balochistan and the attrocities and state terrorism of Pakistan Internationally.

All Political parties and Organization are working in a close co-ordination and their biggest achievment is that they have managed to convince majority of Baloch masses that the only solution of Baloch problem is emancipation and gaining back their status of Independent Nation. It is because of their hard work that Turn out in State manipulated election has declined drastically and with time more and more Baloch are joining the Struggle for Independence. Their Sacrifices for Nation have become motivation and inspiration for Baloch people that has changed the ideology of free and fair election to total independence. US congressional hearing on Balochistan, The Resolution in US Congress regarding Baloch Right to Independence and visit of United Nations Working Group on Enforced and involuntary Disappearances in Balochistan are the milestones that Baloch Struggle has achieved so far.
Baloch Republican Army (BRA), Baloch Liberation Front (BLF), Baloch Liberation Army (BLA) and Lashkar-e-Balochistan are some well know Armed Groups fighting a guerrilla war against state forces. They have inflicted heavy losses of lives to pakistan army and destroyed Goverment Installations. Despite every Brutal force Pakistan Army has used including Fighter Jets, Gun Ship Helicopters, Tanks, Sophisticated artillery, Chemical weapons, US provided Bunker Buster Bombs, and short range missiles, they could not shake the spirit of freedom fighters, and the number of fighters are climbing up every day. From couple of 100 men in 2005, they have grown their number to several thousands. They are taking refuge in rugged mountains of Balochistan and their effective war techniques and devotion to their motherland has gained them the title of sarmachars among baloch masses, which means freedom Fighter.


4)The Baloch nation and Kurdish nation have common historical background, as well as similar fates when we look at them today viewed from your perspective, how does the Kurdistan struggle appear? What do you suggest that can be done to improve our relationship with one another?

Kurdish Struggle is an inspiration for Baloch people as its widely discussed in Baloch Educated circle, we often compare Baloch Struggle with the Struggle of Kurdistan in order to point out the qualities that we lack. Another aspect of the overwhelming intrest of Baloch in Kurdistan Struggle is because a remarkable number of Kurds still live in Balochistan, and here they are considered as Baloch. News about Kurdistan Struggle come to us through the online Rudaw. Kurdistan Struggle in our opinion is way ahead of Baloch Struggle because the Iraqi Kurdistan and most part of Syria are already liberated. Also Kurds have assembled an army of that can be effective in liberating the Turkish Occupied Kurdistan. The Kurdistan Political forces has to be united along with all stake holders to become further organized as there is a long way ahead. Oil and Gas exploration and the intrest of international companies can generate enormous resources for the movement if handled properly. In my opinion Kurds are developing their country and at the same time they are fighting the war of liberation, so it will never be easy and non-stop hard work is required, we pray for Kurd brothers and sisters that they may see the dawn of their independence soon and hope our Kurd Brothers and Sisters will help Baloch people in whatever capacity they can.
The Kurd and Baloch Leaders and Their International Diaspora need to develop a close working relation and this can be achieved through a Common Kurd-Baloch Forum, where they can interact and know eachother better. We share a common Blood Line with almost same culture, similar languages, Majority of us share even the same religion. We think that such close interaction will not only build a close working relation in order to help eachother but  it will generate a strong ties between two nations in the future.

5)Do you foresee a status change for Balochistan in the near future? What are your expectations?

Pakistan has been playing havoc with human Rights and international peace since its creation, and its crimes has gone unnoticed in the past. Because of Electronic and Social Media it is now impossible for pakistan to conceal her heinous crimes. By now the world know about the crimes that she has comitted. Moreover the energy war leading to the changing scenario of south asia after the invasion  US and NATO forces in Afghanistan and the deep sea ports and natural resources of Balochistan has earned has a leverage. Its upon Baloch people to use this leverage wisely in order gain confidence of international powers. We think that we have earned the trust of civilised world, and world leaders are now starting to believe that a secular Independent Balochistan can contribute to the betterment of the Global Village. We are very hopefull  because of decades of long struggle of Baloch people, the sacrifices they have given for their mother land and the efforts they have made to make the civilized world believe that world will be a better place with Independent Balochistan on its map.

Asif Baloch
Twitter: https://twitter.com/qambarbugti

interview in Turkish http://welatekurdan.blogspot.com/2012/12/asif-baloch-roportaj.html

24 Temmuz 2012 Salı

Kâhta'dan Madagaskar'a Osman Sebrî



Osman Sebri, nam-ı diğer Apê Osman,  7 Ocak 1905 yılında, günümüzde Adıyaman sınırları içinde kalan Narince köyünde dünyaya geldi. Sebrî, henüz 6 yaşındayken, aşiretindeki tüm yetişkin erkekler tutuklanıp hapse atıldı. Bölgede Hoza Mirdesan ağası olarak tanınan babasını, henüz 10 yaşındayken tifo nedeniyle yitiren Sebrî, amcası Şukrî tarafından büyütülmüştür.


Tifo nedeniyle yalnız babasını değil, öğretmenini de yitiren Osman, 2 yıllık öğretmensizliğin ardından 1917 yılında Narince’de köy okulunu bitirmiştir. 1918 yılında Kâhta’daki Rüştiye’de ortaöğretimine başlayan Osman Sebrî 3 yıl sonra Rüştiye’yi bitirip köyüne dönmüş ve amcası Şükrü tarafından, 1922 yılında 17 yaşında evlendirilmiştir. Evliliğinin üzerinden bir yıl geçtikten sonra bir Welat adında bir oğlu olmuştur,Welat 1974 yılında Kâhta’da babasının amcası Şukrî'nin torunu Sırrı Erdem tarafından öldürüldü.


Amcası Şukrî,  Osman Sebrî’nin aşiret reisi olmasını istemiş ve bu nedenle; kendisine aile hayatı, at binme, aşiret düzeni ve silah kullanma üzerine eğitim verilmiştir. Bununla da kalmayan amca Şukrî, işin pratiğine de hakim olması amacıyla Sebrî’yi aşiret kavgalarına  yollamıştır. Ne var ki, köye sürgün olarak gelen, feodalite düşmanı, İsmail Efendi isimli öğretmeni, Osman’ın feodalizme bakışını tamamiyle değiştirmiştir. O güne değin; zorbalığı yiğitlik olarak öğrenmiş Osman, İsmail Efendi’ye şiddetle karşı çıkmasına rağmen, bir süre sonra ikna olmuştur. Bu olayı anılarında şöyle anlatır; “ Düşüncelerini bana aşılamak için, klasik aşiret anlayışının eksik ve yanlışlıklarını tek tek gösteriyordu. Fakat söylemlerini kolayca kabul etmiyordum. Çürük çarık olan feodaliteye tüm varlığımla yönelmiştim çünkü. Her şeyden önce bu yanlış yolun yolcusu olmayı zihnimden çıkarmam lazımdı. İşte O, bunu gerçekleştirdi. Sahiden de feodal düzenin eksiklerini fark ettim. Bir zamanlar yiğitlik gördüğüm şeylerin zulümden başka bir şey olmadığını anladım. Ağalıktan hem soğumuş hem de onun amansız bir düşmanı olmuştum.“


Amcası Mirdes aşireti reisi Şukrî Ağa, Şêx Seîdê Pîran isyanını duyunca, Osman’ı, diğer yeğeni Necmedîn’i, ve kardeşi Nurî’yi Axe köyüne çağırmış ve onlara Şêx Saîd’in ulusal bir devrim için harekete geçtiğini,  Kürdistan’ın bağımsızlığını talep ettiğini söylemiştir. Bu girişimin başarısız olması durumunda çok kan akacağını ve bu sebeple isyana katılmalarının önemli olduğunu belirtmiş, kardeşi ve yeğenlerine görüşlerini sormuştur. Onlar da bu durum karşısında, sözü Şukrî’ye bırakmışlardır. Osman Sebrî anılarında, amcası Şukrî’nin cevabını şöyle yazmıştır: 
“Siz her şeyi benim omuzuma yıkıyorsunuz ve ben de size düşüncelerimi açık bir şekilde söyleyeceğim. Artık Mustafa Kemal’in kalleşliği kaldırılamaz. Her şeyin bir sınırı var. Onursuzluğun da bir sınırı olmalıdır. Bilemiyorum bu devrim ne ölçüde başarıya ulaşacak. Fakat,  bu gelen anı da kaçırmamamız gerek. Eğer Şêx Saîd’i yenerlerse Kürt erkeğinin hürmet ve şerefi kalmaz. Ben Şêx Saîd’e bir mektup yazacağım ve kendisine onlar Siverek’i aldıkları an biz de ayaklanacağız, diyeceğim. O zaman bizim için Malatya, Maraş ve Antep’i almak zor olmayacaktır.”


Şukrî, kurnazlık edip birkaç mektup da Ankara’ya yollamış ve Milis Alayları oluşturmak için izin istemiştir. Oralardaki Türk askeri yoksunluğu sebebiyle, bu istek teşekkürle karşılık bulmuş ve izin alınmıştır. Şukrî ağanın önderliğindeki milisler 3 alanda toplanmış, ve Şêx Saîd’in Siverek’i alması beklenmiştir.  Lakin, Amed yakınlarında alınan yenilgi planlarını gerçekleştirmelerine engel olmuştur. O sıralarda, bazı kesimler, Ankara’ya kendilerinin Şêx Saîd hareketiyle ilişkileri olduğuna dair ihbar mektupları yollamışlardır. 


1925 Devrimi’nin yenilgisinden sonra Elazığ İstiklal Mahkemesi Şukrî ağa, Osman Sebrî ve 480 milisi mahkemeye çağırmasına karşın aşiretin ileri gelenleri toplanıp yalnızca Şukrî ve Hacî’yi yollamaya karar verdi. Mahkeme, Şukrî'yi idam cezasına çarptırsa da , bu karar İsmet İnönü ve Haci Bedir Bey’in araya girmesiyle, 15 yıl hapis cezasına çevrilmiştir. Osman Sebrî’nin anılarında bahsettiği üzere; hapishanede bir çok kadro ve amcası “Kutsal Anlaşma” yapmışlardır. Buna göre kim hapishaneden sağ çıkarsa, Kürt hareketini örgütleyecek ve Türkleri Kürdistan’dan kovacaktı.


Amca Şukrî Muğla Cezaevine gönderileceği sırada, amcasından gelen şifreli mesajı alan Osman Sebrî yol üstünde amcasını kaçırarak Kâhta’ya götürdü. Osman Sebrî önderliğinde toplanan milisler Şukrî'nin diğer aşiretleri de  isyana katma isteğiyle vakit kaybederken, Türk ordusu bölgeye girerek Mirdes aşireti sınırlarına kadar dayanmıştır. Zaman kaybı sebebiyle çevrelerinde yalnızca küçük bir silahlı grup kaldığından, ailelerini aşiretlerden bazılarına emanet edip dağa sığındılar ve 2 ay gibi bir süre dağlarda yaşadılar. Devlet, çeşitli insanları araya koyup, teslim olmaları halinde iyi davranacaklarını iletse de bunun bir tuzak olduğunu anlayıp Suriye'ye gitmeye karar vermişlerdir.Osman Sebrî, yurtdışına çıkış hazırlıkları  yapmak için milislerden ayrılıp geri döndüğünde yalnızca amcası Nurî'yi bulabildi.Şukrî ağa eğer Osman’dan vazgeçerseniz, ben ve Nurî teslim olacağız diye Türk komutanına haber gönderip teslim olurken kardeşi Nurî’ye de, sana haber yolladığımda teslim ol demiş, bunun üzerine Nurî Narince köyü yakınlarında Türk askerlerine teslim olmuştur.


Kısa bir süre sonra Osman Sebrî de 20 yaşındayken tutuklanırken,  İstiklal Mahkemesi’nde yargılanan amcaları Şukrî ve Nurî idam cezasına mahkum edildi. Ailelerini emanet ettikleri Zeynel ve Bedir Ağalar tutuklanıp Malatya’ya gönderilince, Bedir Ağa Türk komutanına Şukrî’lerle ilgili bildiği her şeyi anlatarak Kürt tarihinde sık sık karşılaştığımız ihanetlerden birine imza atmıştır. Şukrî ağa, idamından önce, vasiyetnamesini oğlu Qadir'e verdikten sonra, Osman Sebri'ye dönerek; “Benim intikamım ve amacıma gelince Osman benim oğlum ve davamı sürdürecek olandır“ demiştir. Osman Sebrî de buna “Bele ezbeni” diye yanıt vermiştir. Sebrî, bu davadan 6 yıl ceza alırken cezasını Adana, Konya ve Denizli cezaevlerinde tamamladı ve toplamda 23 ay 13 gün hapis yattı. 1928 yılında, Denizli Cezaevi’nden 48 tutukluyla birlikte serbest bırakıldı.Hepsinin yol parası olmadığı için, Kürdler Osman Sebri'nin önerisi üzerine trenin 1. yada 2. kompartımanına bineceklerine paralarını diğer Kürdlerle paylaşarak daha ucuz olan 3. kompartıman ile geri dönmüşlerdir.


Osman Sebrî, dönünce devlet tarafından geliştirilen komploların ardı arkası kesilmemiş ve komplolarına 64 şahit de bularak 26 ağa ve ağa çocuğuyla birlikte, yeniden tutuklamışlardır. Bir süre daha cezaevinde kaldıktan sonra memleketi Kâhta’ya döndü. Amcalarını öldürten ve kendini ihbar eden Bedri’den intikam almayı aklına koyan Sebrî, Urfa’da Bedir Paşa’yı öldürmüş ve atını Siverek’e doğru sürmüştür. Siverek’te amcasının vasiyetini yerine getirmek için bir tepeye çıkmış ve Amed’e yüzünü dönerek: “Amca bugün senin intikamını aldım. İlkini gerçekleştirdim, sonuncusu da Allah Kerim“ diye bağırdı.


Bu olayın ardından, 26 Aralık 1929 tarihinde Suriye’ye geçmiş,  burada Celadet Ali ile Kamuran Bedirxan Beylerle birlikte çalışmaya başladı. Xoybûn örgütlenmesi içerisinde yer alan Osman Sebrî,  1 Temmuz 1930 yılında Xoybûn direktifleri doğrultusunda Ağrı direnişçilerinin yükünü hafifletmek amacıyla,  Suruç bölgesine girmiş ve orada bir karakolu imha ederek 5 Türk askerini öldürmüştür.  Daha sonra, Şêx Abdirrehman Garisî ve Mela Ahmed Suzî ile birlikte, Şeyh Ahmed Barzani’yle görüşmek üzere Güney Kürdistan’a giderken, bir ihbar neticesinde İngilizler tarafından yakalanarak Musul hapishanesine konuldu.  Kısa bir süre sonra serbest bırakılan Sebrî, daha sonra yeniden hapsedilerek Bağdat’a gönderildi. Dönemin İçişleri Bakanı Sebrî’nin önüne, Türkiye ve Suriye'den birini seçmesini istedi. Aynı zamanda Türkiye'ye dönmek isterse affedilmesini sağlayacağını da dile getirmesine rağmen, Osman’ın yanıtı sert olmuştur: “Kabul etmiyorum. Af istemiyorum. Biz affedilmek için çıkmadık.” Bunun üzerine Osman Sebrî, Suriye’deki Fransız sömürge yönetimine teslim edilmiştir. Kısa bir tutukluluğun ardından serbest bırakılsa da faaliyetlerinin Fransızları rahatsız etmesi üzerine; 1931 yılının 11.ayından 1935 yılına kadar Ürdün ve Filistin’de sürgünde yaşadı. Osman Sebrî o dönemi şu sözlerle anlatmıştır: “Önce Ürdün'e gittim. Ürdün beni kabul etmedi. Ürdün o dönem İngilizlerin elindeydi. Bu sefer bana 'Filistin'e git ve kendini kimseye gösterme' dediler. Filistin'de İngilizlerin hakimiyetindeydi. Ben Filistin'e gittim, ismimi değiştirdim ve öyle kaldım. İşçi olarak çalıştım ve ekmeğimi kazandım. Hiç kimsenin kapısına gitmedim. Bir ihtiyar vardı. Onun da geçimini sağladım. Fakat kimsenin kapısına gitmedim. Bugün çocukların kapılarına gittikleri Sefirler vardı orada.. Kimseye gitmedim.. Sabahtan akşama kadar işçi olarak çalıştım ve ekmeğimi kazandım.. Millet için çalışmak isteyenler milletin ekmeğini yememeliler“ 


Sürgün hayatı Filistin ve Ürdün'le sınırlı kalmayan Osman Sebrî 1935 yılında Madagaskar’a gönderildi. Madagaskar günlerini şöyle anlatmıştır: “Fransızlar beni Madagaskar'a götürdükleri zaman orada 3 Kürd köyü vardı. Fakat, dillerini unutmuşlardı. İşte millet böyle darmadağın olmuş ve sahipsiz kalmıştır. Ne kadar büyük bir kayalık varsa gelmiş biz Kürdlerin başına çarpmış. Elbette bu bir istisna değil. Haksız olan biziz. Bir gidip başkalarının adamı oluyoruz. Biz başkaları için ölüyoruz“


Fransız Sömürge yönetiminin Kürtlere karşı tavrı yumuşayınca, 1937 yılında serbest bırakılan Sebrî geri dönüp Şam’a yerleşti.1944 yılında Şam'da ikinci evliliğini yaparak Çerkes olan ikinci eşiyle evlendi.Bu evliliğinden Hoşeng, Hoşin ve Heval isminde üç erkek ile Hingur ve Hevî isminde iki kızı olmuştur. 1932 yılında, aktif bir şekilde Hawar dergisi için çalışmaya başlayan Sebrî, Celadet Ali Bedirxan’dan Kürtçe dersleri aldı. 1932-1945 yılları arasında birçok öykü, şiir ve makale kaleme alırken Hawar dışında Ronahî, Stêr ve Roja Nû dergileri için de yazılar yazdı. Kürtçe’ye hizmeti yalnız edebiyatla sınırlı kalmamış, aynı zamanda Güneybatı Kürdistan’ın bir çok köyünde  okuma yazma kursları açarak Kürt dilini öğretmiştir. 1957 yılında Suriye’nin ilk resmi Kürt partisi olan Kürdistan Demokrat  Partisi’nin kuruluşunda yer aldı ve aynı yıl başkanlığa seçildi. Siyasi çalışmalarından dolayı ikinci kez Lübnan’a sürgüne gönderildi.1971 yılında partisinden istifa ederek kendini Kürt Dili ve Edebiyatı çalışmalarına verdi. 


Ömrünün son yıllarında sürekli olarak o sıralarda Suriye'de bulunan PKK Lideri Abdullah Öcalan tarafından ziyaret edildi.Ziyaretlerde çoğunlukla Kürt mücadelesinin yöntemi tartışıldı. PKK’ye karşı sevgi beslediğini dile getiren Sebrî;  o dönemlerde, bir çok sürgün Kürt siyasetçi ile görüşmeler yapmıştır. Kendisini ziyarete gelenlerden, eski DDKD’li Sait Güven; kendisine Avrupa’ya gitmek istediğini söylemiş ve şu cevabı almıştır: "Mezê ke, Apoçî diçin welat, hun jî diçin Evropa. Evê qezenç bikin. Hun jî winda bikin." 


Osman Sebrî, bağımsız Kürdistan ideali için tüm yaşamını feda eden ve belki de 20.yüzyılda en fazla acı, hapis, işkence ve sürgün gören Kürd şahsiyetidir. Hatta Kürt mücadelesinde, yolu Madagaskar’a kadar varmış istisnai bir kişidir. 1966 yılında Çira Dergisi için kaleme aldığı “Çar Leheng” adlı eserin giriş kısmında sarf ettiği bu sözler hayatı boyunca gösterdiği dik duruşun kanıtı gibidir.. “Unutmayalım ki kardeşlerimiz Türk, Irak ve İran zindanlarında boyun eğmiyorlar. Zalim düşmanlara karşı halkının davasını savunuyorlar. Bu da bir çeşit kahramanlıktır. Gönül ister ki yiğitlerimiz kolay bir şekilde boyunlarını düşmanlarına kaptırmasınlar. Zindanlarda kalleşçe öldürüleceklerine ülkenin dağlarında ve kayalıkları içinde düşmanlarını öldürsünler ve ölsünler“ 


Sebrî, 11.10.1993 tarihinde, 85 yaşındayken, Suriye'nin başkenti Şam'da hayatını kaybetmiştir. Naaşı, Derbasîyê’ye bağlı Berkevirê köyünde bulunan şehitlik mezarlığında defnedilmiştir.


Bibliyografya
Elîfbeya Kurdî, Şam-Suriye 1955.

Bahoz. Şam-Suriye1956.
Derdên me, Şam-Suriye 1956
Apo,  Almanya 1981.
Elîfbêya Tikuz, Şam-Suriye, 1982.
Çar Leheng, Şam-Suriye, 1984.
Dîwana Osman Sebrî, Stockholm-İsveç 1998.
Bîranînên Osman Sebrî 2003.


20 Temmuz 2012 Cuma

Cegerxwîn


Kürt edebiyatında derin izler bırakan Şêxmus Hesen 1903 yılında Mêrdîn yakınlarındaki Hesar köyünde doğdu. Çocukluk döneminin ilk yıllarında önce babasını daha sonra annesini kaybetmesi üzerine ablasının yanına sığındı. Yoksullukla erken yaşlarda tanışan Cegerxwîn ağa ve beylerin evlerine hizmetkar olarak gönderildi, çobanlık yaptı. 1914 yılında başlayan 1. Paylaşım Savaşı'yla birlikte ablası ve eniştesiyle Güneybatı Kurdistan'ın Amûde şehrine göç etti.

1920 yılında Amed'de başladığı Medrese eğitimini Amûde'de 1928 yılında tamamlayarak imamlık yapmasını sağlayacak olan belgeyi aldı ve mesleği bıraktığı 1936 yılına kadar Kurdistan'ın birçok köy ve kasabasında imamlık yaptı. Görevi sırasında dolaştığı köylerde yaptığı gözlemler ve çocukluk dönemi travmaları 1924 yılında "Cegerxwîn" mahlasıyla başladığı edebi yaşamında önemli bir etken oldu. İmamlığı sırasında şu an kayıp olan birinci divanını kaleme aldı. 1927 yılında Hesar köyünden getirdiği dayısı Kehla Selîm'in kızı ile evlendi.İkisi erkek (Keyo, Azad) dördü kız (Gulperî, Rojîn, Beniye, Selam) olmak üzere 6 çocuğu oldu.


1925 yılında yaşanan Şêx Seîdê Pîran önderliğinde başlayan ayaklanmanın bastırılmasından sonra Suriye’ye kaçmak zorunda kalan Kürt aydınlarıyla birlikte, 1927 yılında üst bölgesi olarak Suriye'de örgütlenen, merkez komitesi Beyrut’ta bulunan Xoybûn örgütünün, kuruluş ve ilerleyen dönem çalışmalarında yer aldı. O sıralarda, Bedîrxan kardeşlerle birlikte 57 sayısı tamamlanmış Hawar dergisinin yayınlanmasında önemli katkıları oldu, yazdığı şiirler Hawar,Ronahî ve Roja Nû dergilerinde yayınlandı. 1946'da Qamişlo'ya yerleşti ve politikayla ilgilenmeye başladı.  Aynı yıl, başkanlığını Dr. Ehmed Nafîz'in yaptığı Civata Azadî û Yekîtiya Kurd'ün genel-sekreteri oldu. 1948 yılındaysa Suriye Komünist Partisine katılan Cegerxwîn, bir yıl sonra tutuklandı. 1950 yılında Civata Aştîxwazên Sûrî adına çalışmalar yürütmeye başladı. 1954'de Suriye parlamentosu için Komünist partinin adayı olan Cegerxwîn, 1957 senesinde Komünist Parti'den ayrılarak Azadî'yi kurdu. Bir süre sonra Azadî partisi kendini fesh ederek Suriye Kürt Demokrat Partisi ile birleşti. 1963 yılında ikinci kez tutuklanarak Şam'daki Mezê cezaevine konulmasının ardından, bir Durzî şehri olan Siweyda'ya sürgüne gönderildi.

Eserlerinde Kürtleri baskı altına alan devletleri eleştirmeyi unutmayan Cegerxwîn için özgürlük, aynı zamanda Şeyh ve Ağaların oluşturduğu sömürü düzeninin yıkılmasıyla Kürt toplumu içerisinde sosyal adaletin sağlamasıydı. Kürt mücadelesinin uluslararası boyutlarına dikkat çekmeyi ihmal etmedi, Sovyetler birliğini Amerikan ve İngiliz emperyalizmine karşı, mazlum halkların koruyucusu olarak gördüğünü sık sık dile getirdi.


Siyasetle şekillenen mücadelesini ömrünün ilerleyen yıllarında edebi ve kültürel alanlarda sürdürdü. Kraliyet rejiminin devrilmesinden sonra 1958 yılında Suriye'den Irak'a taşındı ve Bağdat Üniversitesi'nde 1959-1963 yılları arasında Kurmancî dili ve edebiyatı bölümünde öğretim görevlisi olarak çalıştı. Yine aynı yıllarda Bağdat Radyo'sunun Kürtçe bölümünde çalışmalar yürüttü. 1961 yılında öğrencileri için "Destûra Zimanê Kurdî" adlı Kürtçe gramer kitabını yayınladı. Hemen ardından 1962 yılında nüanslara olan duyarlılığını ve ana dil hassasiyetini gösteren 2 ciltlik bir sözlük yayınladı. O sene, Irak'taki siyasi karmaşıklıklar sebebiyle Suriye'ye dönmek zorunda kaldı.

Suriye’de birkaç yıl geçirdikten sonra, kısa bir süreliğine tekrar Irak’a dönen Cegerxwîn, 1973 yılında gittiği Lübnan’da “Kime ez” divanını ve Salar û Midya öyküsünü kaleme almıştır. Lübnan'da 3 yıl kaldıktan sonra Suriye'ye döndü ve 1979'a kadar burada kaldı. Stockholm'de şiir yazmaya devam eden Cegerxwîn bu süre içerisinde otobiyografisi üzerinde çalışmıştır. Jînenîgariya min ve Kürt tarihini başlangıcından 13.yy’a kadar çarpıcı detaylarla anlatan Tarîxa Kurdistan kitapları ölümünden sonra yayınlandı.Şiirlerindeki ahenk uyumu ve güçlü vurgular Şivan Perwer,Ciwan Haco,Seîd Gabarî gibi birçok sanatçıya kaynaklık etti.

Şair Cegerxwîn, modernist, vatansever ve aynı zamanda sosyalistti, ama hepsinden öte, hakikat arayışçısıydı ve bu misyonu onu Kürdistan’ın tüm parçalarını ve Kürt milletinin tüm katmanlarını keşfetmeye itti. Bu sebeple eserlerinin ana teması ülke özlemi ve yurtseverlik çerçevesinde şekillendi. Ülkesinin güzelliklerinden, cömert doğasından söz ederken, Kürtlerin kendi vatanlarında hak sahibi olamamaları eserlerine karamsarlık olarak yansıdı.İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki şiirlerinde Kürt işçi ve köylülerin Kürt burjuvalarına ve toprak ağalarına karşı verdiği mücadeleyi işledi.Klasik Kürt şiir geleneği içerisinde yetiştiğinden diğer şairlere nazaran Elî Heriri (10.yüzyıl), Melayê Batê (1417-1491), Melayê Cizîrî(1570-1640) ve Ehmedê Xanî'ye ( 1650-1706) daha yakın oldu. Bu isimlerin yolunu takip etti. Eserlerinde kullandığı dil genel itibariyle yalın ve anlaşılır olan Cegerxwîn, çoğunlukla yeni ve eski kelimeleri harmanlayarak kullandı. Aşk ve günlük yaşam hakkında da şiirler yazmasına rağmen Cegerxwîn'in sadece Güneybatı Kurdistan'da değil 4 parçanın tamamında ulusal bir şair olarak tanınmasını sağlayan, Kurdistan özlemiyle yazdığı şiirler ve zorluklarla geçen siyasi mücadelesi olmuştur.


22 Ekim 1984'te birçok Kürt gibi vatanından uzakta ,Stockholm'de yaşamını yitirirken, arkasında Kürt edebiyatına yön verecek bir miras bıraktı.Cenazesi 2 Kasım 1984'te Qamislo'da binlerce Kürdün katıldığı kitlesel bir törenle evinin bahçesine defnedildi. 

Bibliyografya;


Agir û Pirûsk (1.Dîwan), Şam-Suriye,1945
Cîm û Gulperî, Şam-Suriye,1948
Sewra Azadî (2.Dîwan ), Şam-Suriye,1954
Reşoyê Darê, Şam-Suriye ,1956
Destûra Zimanê Kurdi, Bağdat-Irak,1961
Ferhenga Kurdi ,2 cilt,Bağdat-Irak,1962.
Kîme Ez (3.Dîwan), Beyrut-Lübnan,1973
Salar û Mîdya, Beyrut-Lübnan,1973 
Şerefnameya menzûm, Beyrut-Lübnan, 1977
Ronak (4.Dîwan),Stockholm-İsveç,1980
Zend-Avista (5.Dîwan),Stockholm-İsveç, 1981
Şefaq (6.Dîwan), Stockholm-İsveç, 1982
Hêvî (7.Dîwan), Stockholm-İsveç, 1983
Aşitî (8.Dîwan), Stockholm-İsveç, 1985
Tarîxa Kurdistan, 3 cilt,Stockholm-İsveç,1985-99.
Folklora Kurdî,Stockholm-İsveç,1988.
Jînenîgariya min, Stockholm-İsveç,1995

3 Haziran 2012 Pazar

Amûdê’deki Her Bir Ailenin Bir Çocuğunu Kaybettiği Gün: Amûde Sineması Yangını


13 Kasım 1960’da çoğunluğu ilkokul öğrencisi yüzlerce çocuğun bir Mısır korku filmi olan “Geceyarısı Hayaleti”ni izlediği Amûdê şehrindeki sinemada çıkan yangında kaç çocuğun öldüğü bugün bile hala kesin olarak bilinmemektedir. Sinemada çıkan yangın sonucunda 180-300 çocuğun öldüğü düşünülmektedir.

Amûdê kaymakamı şehirdeki tüm ilkokul çocuklarının; geliri Fransız sömürge yönetimine karşı bağımsızlık mücadelesi veren Cezayirlilere bağışlandığı korku filmini izlemesine karar vermişti. Bu karar doğrultusunda filmin Amûde’deki son gösteriminin yapıldığı o gün 200 kişi kapasiteli sinemaya yaklaşık 500 çocuk doldurulmuştu. Sonra tüm gün boyunca çalıştırılan projektörlerin tutuşturduğu alevler önce makine odasını, ardından tüm sinemayı esir aldı. Panikle iki ayrı dar çıkış kapısına yönelen öğrenciler birbirlerini ezmeye başladı ve kapılara yüklendi. Ne yazık ki içe açılan kapıların önündeki yığılma dolayısıyla kapıları açmayı da başaramadılar. Üstelik Amûde’de itfaiye teşkilatı bulunmadığından Qamişlo ve Hesîçe’den yardım istendiyse de yangın söndürme araçları olay yerine çok geç yetişebildi.


Görgü tanıkları sinemanın sahipleri ve makinistin yangın başladıktan hemen sonra sinemayı terk ettiğini ve kapıların dışarıdan kilitlendiğini söylüyordu. Yanan sinemada mahsur kalan çocuklarını kendi çabalarıyla kurtarmak isteyen ebeveynler ve semt sakinleri ise polis tarafından “çok tehlikeli” olduğu gerekçesiyle durdurulmuş, geçmelerine izin verilmemişti. Gene de bir semt sakini 11 çocuğu alevlerin arasından kurtarmış; onikinci çocuğu kurtarmaya çalışırken alevlere yenik düşmüştü. Kürd kaynaklarına göre sinemada 283-300 çocuk yanarak hayatını kaybetmişti. Mısır gazetesi Akhir Daqiqah 200 ölü ve 450 yaralı olduğunu; al-Musawir dergisi ise 180 ölü ve 121 yaralı olduğunu belirtiyordu. Yangından yaralı kurtulabilen pek çok çocuk ağır derecede yanıklar dolayısıyla yangından sonra tedavi sırasında öldü.



Bu trajedi teknik imkânsızlıklar, yetersiz güvenlik tedbirleri veya kaçış yollarının olmaması dolayısıyla basitçe bir kaza olarak geçiştirebilirse de yangının gerçekleştiği iklim bu yangının kasıtlı olabileceğini düşündürmektedir. Amûde sineması yangını Suriye ve Mısır tarafından kurulan ve kısa ömürlü bir pan-Arap birliği projesi olan Birleşik Arap Cumhuriyeti deneyimi sırasında yaşandı. Birleşik Arap Cumhuriyeti sürecinde Arap olmayan etnik gruplar ve özellikle de Kürdlere yönelik düşmanlık giderek artmıştı. Azınlık grupların tüm politik ve kültürel faaliyetlerinin sıkı denetime tabii tutulduğu ve Kuzey Kürdistanlı okuyuculara tanıdık gelecek şekilde Kürtçe şarkıların, Kürtçe yayınların yasaklandığı bu dönemde güneybatı parçada çok sayıda Mısırlı öğretmen görevlendirilmişti. Olayın gerçekleşmesinden üç ay önce Kürdistan Demokrat Partisi-Suriye’nin (KPDS) merkez komite üyeleri de dahil 5000 Kürd politik faaliyetleri dolayısıyla tutuklanmış; partinin bütün yapısı açığa çıkartılmıştı. Parti liderleri bölücülük suçlamasıyla tutuklanmışlardı. Bu şartlar ışığında Birleşik Arap Cumhuriyeti‘nin Kürd halkına açıkça bir ders ya da gözdağı vermek isteğiyle eyleme geçtiği kolayca düşünülebilir. İkinci olarak olaydan sonra sinemadaki hiçbir görevliye yönelik hukuki suçlamada bulunulmaması ve kısa gözaltıların ardından sinemadan kurtulan işletmecilerin serbest bırakılması dikkat çekiciydi. Üçüncüsü ise sinema yangınında yanarak ölenlerin anısına taziye ve gösterilerin kesin emirlerle yasaklanmasıydı.Amûdê sineması yangınının üzerinden 50 yıl geçmesine rağmen bu katliama yönelik anma gösterileri üzerindeki yasak hala sürmektedir.


Yaşamını yitirenlerin isimleri

Hesen Hac Mihemed
Mihemed Saleh Şêxmûs Mihemed Kurdî
Ehmed Ebdilrehman Axa Deqorî
Ibrahîm Ebdilrehman Axa Deqorî
Mihemed Hac Ismaîl Hiso (1946)
Mihemed Seîd Axa Deqorî (1928)
Mihemed Reşad Mehmûd Beşar (1948)
Mihemed Xalid Bin Şêx Ebdilrezaq Elbancî
Nurî Hac Hisên (1950)
Mecmeldîn Ebdilkerîm Seyid Necim
Ehmed Mihemed Elî Hiso (1948)
Ibrahîm Temo Omer (1950)
Ehmed Ebdilhadî

Mihemed Mesum Xelîl (1950)
Ednan Mecîd Ezîz
Mihemed Yasîn Bin Essed Elribat (1951, Şam) 
Zuher Ebdilezîz Ebdilqadir Derwîş
Mehmûd Ismaîl Remo
Mihemed Saleh Mihemed Yûsiv (1950)
Ibrahîm Mihemed Yûsiv (1946)
Fehed Şêxmûs (1949)
He was Emîn Bengo (1953)
Ibrahîm Silêman Bengo
Ehmed Ferhan
Mihemed Elhac Mehmûd
Mihemed Salih Silêman
Ezîz Mihemed Emîn Reşwanî (1948)
Ibrahîm Emîn Reşwanî (1948)
Ibrahîm Hac Îsa (1949) 
Mihemed Silêman Mercî (1948)
Nurî Mihemed Sebuhe (1947)
Mehî Mihemed Emîn Kalo (1946)
Xorşîd Mela Sîrac (1950, gora tevayî)
Emîn Selfîc Emîn

Saleh Xelef
Xidir Şêxmûs Zeyf
Mihemed yûnis Zeyf
Tariq Şerîf Xelîl (1954)
Mihemed Saleh Xelîl (1947)
Mihemed Zekî Şêx Musa
Remedan Mihemed Elî
Ebdilselam Mihemed Saleh Elhac Elî Elkermî (1951)
Hisên Ehmed Elkermî
Ismaîl Şukrî Rezo (1948)
Mihemed Izedîn Elebasî
Ibrahîm Mihemed Elî
Ehmed Mela Newaf (1950)
Mehmûd Nezîr Axa (1950)
Memdûh Nezîr Axa (1948)
Sebrî Şukrî Elî
Elî Şêxmûs Celo
Şêxmûs Ibrahîm Berazî (1946)
Ebdilrezaq Bin Ebdilxelîl (1949)
Ebdilezîz Bin Ebdilxelîl (1946)
Derwîş Mecîd Debax
Umer Ebdilhelîm Debax
Zuhêr Ehmed Husên (1946)
Ebdilsemed Şêx Tewfîq Elhuseynî
Subhî Elî Mihemed
Umer Elî Mihemed Elo
Fêsel Mustefa Tauus
Elî Mela Sîrac mela Mihemed (1948)
Ebdo Hac Umer Tauus
Ebdoi Ehmed Tauus
Faris Seîd Hesen
Remedan Hesen (1946)
Subhî Ehmed Mihemed Remedan (1952)
Saleh Felemez
Umer Sofî Ferec
Mehmûd Hac Mistefa
Ehmed Hemo Helqa
Ebdilrezaq Ibrahîm Kermî
Hisên Mihemed Kermî
Ehmed Mihemed Kermî
Mihyeldîn Zekî Eljac Qasim
Izedîn Ebdilkerîm
Mihemed Hac Xelef (1947)
Mehmûd Hac Xelef (1952)
Mesûm Hac Ezîz (1945)
Mihemed Ebdilcelîl Mela Ibrahîm
Sîrac Umer Şêxmûs (1946)
Ebdilrehman Osman
Ebdilîlah Şêxmûs
Mehmûd Hac Silêman
Fuad Dawid Şêxmûs Hefskê
Fewzî Elî Şêxo
Celal Hesen Elumrî
Ebdilezîz mehmûd Elumrî (1948)
Ebdilqehar Mehmûd Emumrî (1946)
Ebdo Ehmed Mihê Silê
Şêxmûs Elhac Têlo
Merûf Silêman Ibrahîm
Yehya Elhac Mihemed
Cemîl Mela Ebdilkerîm Mela Ehmed
Ibrahîm Mela Ebdilkerîm Mela Ehmed 
Hisên Hac Mihemed 













1 Haziran 2012 Cuma

Güneybatı Kürdistan’da Siyasal Durum-1

Söz verilen yeni anayasa düzenlemelerine rağmen Suriye anayasasının 8. maddesi hâkim Baas partisi ve koalisyon ortakları dışındaki tüm politik partileri yasadışı ilan etmektedir. Buna karşılık muhalefet partileri mevcuttur ve Kürd partilerinin varlığı 1957 yılına kadar uzanmaktadır. İlk partinin kuruluşundan beri geçen 54 yıl içinde neredeyse bütün faaliyetleri örtülü ve gizli olarak yürütülmesine karşın Kürd politik hareketi evrilerek olgunlaşmıştır.  Suriye devletinin tüm yasaklamalarına rağmen oldukça hareketli ve çeşitlilik içeren politik yelpaze içinde partiler amip benzeri şekilde bölündü ve yeniden bölündüler ve sonra hızlı bir şekilde öldüler. Bugün bile güneybatıdaki Kürd partilerinin kesin sayı veya üyelerine ilişkin açık bir döküme gitmek mümkün olmamaktadır. Parti üyeliğinin sıkıca korunan bir sır olduğu illegal politik faaliyet koşullarında parti üyelerinin yalnızca %2-3 kadar bir kısmı parti dışındaki çevrelerce bilinebilmektedir. Çoğu gözlemciye göre Güneybatı Kürdistan’da 15 kadar parti bulunmakta olup parti üyelerinin sayısı 60.000 ile 200.000 arasında değişmektedir. Daha iyimser görünen yüksek sayılar Kürd parti görevlilerinin verdikleri sayılardır ki eğer sayılar abartılı değilse o zaman parti üyelerinin sayısı bütün Kürd nüfusunun yaklaşık % 10’luk bir kesimine denk düşmektedir. Bu derece yüksek bir örgütlülük düzeyi Güneybatı Kürdistan’da hala süren etkili ve kitlesel eylemlerin arka planını yansıtması açısından dikkat çekicidir.
Suriye’deki Kürd politik hareketleri ortaya çıkışından beri Suriye’deki hakim politik eğilim olan Arap milliyetçiliğinin ve devletin talimatlarına karşı mücadele içinde varlığını sürdürebildi. Çoğunluğu oluşturan Arap halkının karşısında farklı dil ve kültürel özelliklerinin yanı soıra Türkiye, Irak ve İran sınırları ardına hapsedilmiş kardeşleriyle etnik kan bağları dolayısıyla da Arap Birliği projesine karşı hep bir tehdit olarak algılanageldiler. Mısır ve Suriye tarafından kurulan ve çok kısa süreli bir ömre sahip olan Birleşik Arap Cumhuriyetinin kurulmasından bir yıl önce 1957’de Arap ulusal ideolojisi neredeyse kendi zirvesine ulaşmıştı. Bu bağlamda kurulan ilk Kürd partisi de bir ölçüde devlet destekli Kürdleri Arap kültürü içinde eritmeyi amaçlayan programa bir tepki olarak doğmuştu.

1920-1970 arası Güneybatı Kürdistan’da Siyasal Durum


1916'da imzalanan Sykes-Picot antlaşmasıyla beraber bugünkü Irak ve Suriye sınırları, 1921'de Türkiye ve Fransa arasında imzalanan Londra antlaşmaları sonucunda ise Türkiye'nin Suriye'yle olan sınırları çizilerek Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesi tamamlanmış, Irak İngiliz himayesine girerken, Suriye ise 26 yıl sürecek olan (1920-1946) Fransız manda yönetimi egemenliğine girmiştir.
Fransız manda yönetimi altındaki Suriye'de yaşayan Kürdler diğer parçalardaki Kürdlere nazaran daha rahattılar. Kürtçe gazete ve dergi yayını bu dönem içerisinde serbestti. Şex Seîd isyanının kanlı bir şekilde bastırılmasından sonra Kuzey Kürdistan'dan göç eden Kürdler Suriye'ye kabul edildiler. Çareyi Ankara’nın saldırgan önlemlerinden kaçmakta bulan Kuzey Kürdistanlı göçmenler Güneybatı Kürdistan’ın yanı sıra Halep, Şam ve hatta Lübnan’a göç ettiler. Kuzey Kürdistan'dan gelen Kürd sürgünler, hızla yerel Kürd toplumuna uyum sağlarken diğer yandan da Suriye'de yaşayan Kürd nüfusun ulusal duyguları üzerinde artırıcı bir etki yarattı. Gelenlerin önemli bir kısmının savaşçılar ya da politik figürlerden ve ailelerinden oluşması dolayısıyla güneybatı Kürdleri arasında ulusal bilincin gelişmesinde etkili oldu. 5 Ekim 1927 yılında Lübnan'da, Bhamdoun’da kurulan ve merkez komitesi Beyrut'ta olmak üzere Türkiye, Irak, Paris, Londra ve Detroit’te şubeleri bulunan Xoybûn örgütü esas itibariyle Suriye'de üslendi. CemilPaşazedeler, Bedirxanîler, Nuri Dersîmî, İhsan Nuri Paşa Cegerxwîn, Qedri Can ve Memduh Selim Bey gibi sosyal statü sahibi insanları içinde barındıran Xoybûn, temsilcilikler açtığı ülkelerin dillerinde yayınlar çıkarıp kamuoyu oluşturmaya ve destek sağlamaya çalıştı. Xoybûn’un yayılmasıyla Suriye’deki Kürd toplumunun ileri gelenleri bu örgütlenmenin geri bırakılmışlığın hakim olduğu toplumun içinde bilgi ve öğrenmek için asli bir merkez olacağını düşünmeye başladı. Pek çok Güneybatı Kürdistanlı entellektüel aralarında Cegerxwin ya da Qedri Can’ın da olduğu Xoybûn’un desteklediği etkinliklere katılıyordu. Örgüt Güneybatı Kürdistanlı entelektüellere milliyetçilik, kendini kaderini tayin hakkı, baskı gibi konularda konuşmalarında deneyim kazanmak için uygun bir alan sunuyor ve dolayısıyla da Kürd politik hareketinin oluşması için imkan tanıyordu. Fransız manda yönetimi Kürdleri huzursuz etmemek adına Xoybûn'un faaliyetlerini çoğunlukla görmezden gelmiştir. Buna karşılık Xoybûn belirgin bir politik odak olarak; manda yönetiminin yerel toplulukların politik örgütlenmelere karşı hassas doğası nedeniyle sürekli gözetim altındaydı. Gene de özellikle kurucularının önemli bir kısmının Kuzey Kürdistan kökenli olması ve kendilerini topraklarını bırakmak zorunda bırakan Türkiye Cumhuriyeti’ne öfkeli tutumları dolayısıyla önceliklerinin çoğunlukla Kuzey Kürdistan’daki direnişe ilişkin olması nedeniyle manda yönetimi de Xoybûn’u tehdit olarak algılama düzeyi daha düşüktü. Özellikle 1925’te Xoybûn'un etkisiyle 1928’de oluşturulan Suriye Kurucu Meclisi’nde yer alan 5 Kürd milletvekilinin dile getirdiği idari özerklik talebi Fransız manda yönetimi tarafından "dini azınlık olmadıkları" gerekçesiyle reddedilirken, kabul edilen Kürtçe eğitim talebi de pratiğe geçirilmedi. Ancak Suriye’deki Kürdlerin politik örgütlülüğünü asıl dikkatle takip eden Kemalist diktatörlük olmuştur. Kuzey Kürdistan’da belirli bir plan dahilinde ve farklı yörelerde uygulanan Kürd direnişini kırmaya dönük politikanın geleceği açısından gerek Xoybûn’un kuzeydeki direnişi örgütlemeye yönelik faaliyetleri; gerekse de güneybatıdaki Kürdlerin haklarının tanınmasına yönelik politik mücadelesinin olası sonuçlarının kuzeydeki imha ve inkar politikalarının başarısı açısından yarattığı sorunlar bu dikkatli takibin temel nedeniydi. İhsan Nuri Paşa önderliğindeki Xoybûn kadroları Ağrı isyanıyla birlikte 4 yıl sürecek olan (1927-1930) Ağrı Kürd Cumhuriyeti'ni kurdu. İsyanın bastırılmasıyla birlikte İhsan Nuri Paşa İran'a kaçmak zorunda kalırken, örgüt eski gücünü yitirdi. Fransız yönetiminin dini azınlıklara imtiyazlar tanımasıyla beraber Kürdler Araplara yakınlaşmış 1937 yılında birçok Hıristiyanın öldürüldüğü saldırılarda Araplarla birlikte hareket etmişlerdir. Karışıklıkların bastırılması sonrasında Kürdler ağır vergilere tabii tutulurken, yerel yönetimlerden tamamen dışlandılar. Arap-Kürd ittifakı İkinci Paylaşım Savaşı sırasında da devam etti.
İkinci Paylaşım Savaşı sonrası bağımsızlığına kavuşan Suriye'de, bağımsızlığı takip eden 10 yıl çalkantılarla geçti. Suriye’nin Fransa’dan bağımsızlığını kazandığı 1946 yılında Xoybun çözüldü/dağıldı. Örgütün çözülüşü Kürd-Sovyetler Birliği ilişkilerinin yükselişi ve ulusal bağımsızlık fikrinin tümüyle boşa olduğuna yönelik söylemin yaygınlaşmasıyla doğrudan ilişkilidir. Özellikle 2. Paylaşım Savaşı sonrası Suriye Komünist Partisi Kürdler arasında hızla popülarite kazandı. Xoybun’un kurucu üyeleri aktif komünist parti üyeleri olarak bu popülaritenin temel nedeniydi; buna karşılık KP’nin politik faaliyet yürütmeye başlamasından sonra pek çok bilinen Kürd lider adeta geçmişlerine sırt çevirdi. Bir kaç yıl içinde KP Suriye’deki Kürd sokağının denetimini eline geçirdi. Fakat KP önderliğinin Suriye’deki Kürd sorununun bağımsız bir varoluşa sahip olmadığı yönündeki söylemi ve Kürd halkının ulusal haklarına yönelik ilgisizliği sonucunda parti içindeki Kürd üye ve yöneticilerin önemli bir kısmı kendilerine bir çıkış yolu aramaya başladı.
Bu 10 yıllık süreç aynı zamanda Arap milliyetçiliğinin giderek hakim ideoloji haline dönüştüğü; gelişen bu şovenist atmosfer içinde de doğal olarak da devletin Kürd haklarını tırpanlamaya başladığı bir pratik süreç olarak da görülebilir. Bu dönemde doğrudan Kürdleri hedefleyen politikalar sonucunda Kürtçe plak ve kasetler toplatılırken, Kürd dilinin öğretilmesi yasadışı ilan edildi. 1958'de Suriye ve Mısır'ın birlikte kurduğu Birleşik Arap Cumhuriyeti'yle beraber Suriye'de Kürtçe müzik ve yayın, resmi olarak yasaklanmıştır. 


1957 yazında Partîya Demokrata Kurdistan Sûrî (PDKS) etkinliği giderek artan ve yöneticileri Kürdlerden oluşsa da Kürd ulusal haklarına karşı oldukça duyarsız olan Komünist Partisine alternatif olabilmek adına sol ve ulusal bir çizgide yaratıldı. Xoybûn’un ilk üyelerinden ve Civata Aştîxwazên Sûrî (Suriye Barışseverler Topluluğu) üyesi Osman Sebrî, Komünist Parti grubu, hukuk öğrencileri Abdulhamid Hajji Darwish ve Hamzah Niweran, PDKS adıyla bir parti kurmaya karar verdiler. Sonrasında, o dönem Suriye’de öğrenci olan Nureddîn Zaza ve Celal Talabani’nin desteğiyle, Rêzname adlı parti programı kaleme alındı. 1957 yılının 14 Haziran’ında kuruluş toplantısını gerçekleştiren parti çekirdek kadrosunu belirledi. PDKS’nin kurucuları ve liderlerinin politik geçmişlerine bakıldığında tümünün Xoybûn’un üyeleri olması söz konusu partiyi Xoybun’un devamı olarak nitelendirilmesini mümkün kılmaktadır. Partinin kurucu üyeleri önde gelen bir Kürt entelektüeli olan Nureddîn Zaza’yı başkanlığa seçti. Fakat partinin amaçları ve ilkeleri hatta adı üzerinde bile derin bir tartışma yayılarak büyümekteydi.
1958 yılında, Civata Yekîtiya Xortên Demokrat ên Kurd li Sûriyê (Suriye Birleşik Kürd Gençliği Topluluğu) ve Partiya Azadî (Özgürlük Partisi) de PDKS’ye katılmıştır.
1957’de kaleme alınan parti programında, PDKS bağımsızlık isteminden uzak, Kürd sorununun Suriye içi çözümünden taraftı. Suriye’deki Kürd halkı için anadilde eğitim ve yayın, Kürdlerin etnik bir azınlık olarak tanınması gibi kültürel ve dilsel talepleri mevcuttu. 1959 yılında ise, KDP Iraq'ın programındaki değişiklik PDKS'yi de etkilemiş ve programlarındaki nihai amacı bağımsız ve özgür Kürdistan olarak değiştirmişlerdir. 


Parti o yıllarda, Kürdçe Dengê Kurd ve Arapça Dimuqrat olmak üzere, Kürd sorununun kültürel ve siyasi boyutlarına dikkat çekme amaçlı 2 dergi çıkarmıştır. Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından parti üzerindeki baskılar artırılmış ve 1960 yılında PDKS sekreteri ve başkanı Nureddin Zaza ve hareketin diğer kilit isimlerini tutuklanarak parti kapatılmıştır. Parti içindeki farklı eğilimler arasındaki kavganın su yüzüne çıkması da bu sürece rastlamaktadır. 50’ler boyunca Suriye’de yaşamış olan Celal Talabani’nin üzerinden koptu. 1960 yılında Talabani partinin adının Kürdistan Demokratik Partisi-Suriye olarak değiştirilmesi konusunda ısrarcı oldu. “Kürd” ifadesine göre daha “kışkırtıcı” olan “Kürdistan”ın partinin adı olarak kullanılmaya başlanması kimi PDKS liderleri arasında derin bir endişe yarattı. Parti kurucularının bir bölümünün iletmek istedikleri mesaj bu değildi. Örneğin partinin kurucu liderlerinden bir olan Osman Sebrî partinin adında “Kürdistan” ifadesi kullanılmasının partinin farklı ülke sınırlarıyla ayrıştırılmış olan büyük Kürdistan’ın Suriye sınırlarında kalan kısmına işaret etmesinden dolayı kaygılıydı.
Kürdistan ifadesinin partinin adında kullanılmaya başlanması aynı zamanda Ağustos 1960’da Suriye devletinin saldırgan tutuklama dalgasını da kısmen körüklemişti.  Aralarında merkez komite üyelerinin de bulunduğu pek çok PDKS kadrosu Suriye devlet güvenliğine karşı eylemde bulunmak ve bölücülük suçlamasıyla tutuklandı. Gözaltına alınan kimi üyelerin sorgulamalar sırasında partinin sıkı güvenlik kurallarına bağlı kalmayarak verdikleri ifadeler sonucunda partinin iç işleyişine ve kadrolarına ilişkin hassas bilgiler operasyonların genişlemesine yol açtı. Operasyon dalgası bittiğinde partinin tüm yapısı açığa çıkartılmış 5000’den fazla üyesi tutuklanmıştı. Tutuklama dalgası parti içindeki huzursuzluğun bir çatlağa dönüşmesine yol açtı. Sol kanadının Osman Sebrî; sağ kanadının Nureddîn Zaza tarafından başının çekildiği bu ayrışma güneybatı Kürdlerinin politik mücadelesi açısından bir durgunluk ve kargaşaya yol açtı. Birleşik Arap Cumhuriyeti'nin yıkılmasından sonra da parti toparlanmaya çalışsa da 1965'te başlayan bölünmeler sonucu bütünlüğü sağlayamadı.
1960’lı yıllarda yükselen Arap milliyetçiliği ile birlikte Kürdler üzerindeki baskılar artmıştır. Kürdlerin ekonomik gücünü kırmak amacıyla yapılan "toprak reformu" çerçevesinde kamulaştırılan toprakların % 43’ü Kürdlerin yoğunlukta olduğu Cezire bölgesinde bulunmaktaydı. Aynı yıl başlayan "Arap kuşağı" projesiyle Türkiye sınırında Kürdlerin çoğunlukta olduğu bölgelere Araplar yerleştirilmiştir.
1961 yılında Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin çöküşünün ardından geçici anayasa ile Suriye Arap Cumhuriyeti’nin kuruluşu ilan edildi. 1962 yılında Suriye devleti sadece coğrafi olarak Nusaybin'in karşısında yer alan Cezire bölgesini kapsayan bir nüfus sayımı yaptı ve Suriye’ye 1945’ten önce geldiğini kanıtlayamayan 120 bin Kürdü “ajanib” (yabancı) ve “maktumin” (göçmen) ilan ederek vatandaşlıktan çıkardı. Aslında vatandaşlıktan çıkarılanların tümünün Suriye nüfus kağıtları olmasına karşılık; resmi yetkilerce yenileme adı altında yaptıkları çağrılara uyarak kartlarını değiştirmeye gelenlerin kimliklerine el konularak vatandaşlıktan çıkarıldıkları ilan edilmişti. Suriye’de Baas rejimine karşı ayaklanmaların başladığı 2011 yılına kadar 400 bin kimliksiz Kürd yaşamaktaydı.  Gene aynı yıl “Cezire’de Arapları Kurtarın” ve “Kürd tehdidine karşı savaş” sloganlarının başı çektiği Kürd karşıtı bir basın kampanyası başlatıldı. Özellikle aynı tarihlerde Güneybatı Kürdistan’daki petrol rezervlerinin keşfedilmesi  ile Barzani’nin Irak’a karşı isyanı çakışınca 1963 temmuzunda başlayan Irak’ın Güney Kürdistan’a yönelik saldırısına 6000 askeriyle destek sundu. Bu ortak işgal hareketinde Suriye birlikleri Güney Kürdistan’da Zaho’ya kadar ilerledi.
Ülkede 1963 yılında kurulan Baas rejimi, iktidara gelir gelmez bir olağanüstü hal yasası çıkarmış, bu yasayla güvenlik güçlerine şüpheli gördükleri kişiyi tutuklama kararı olmaksızın tutuklama yetkisi vermiştir. Yine bu yasa ile devlet güvenlik mahkemeleri kurularak siyasi muhalifleri veya devlet güvenliğini tehdit edenler, siyasi muhalifler ve dini-etnik yapılar kurmaya çalışanlar yargılanmıştır.


1965 yılına gelindiğinde Mısır ve Suriye tarafından kurulan Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin çökmesinden 4 yıl sonra bile Arap milliyetçiliği fikri Suriye’deki politik zeminin temelini oluşturuyordu. Bu politik konjonktür doğal olarak Suriye Kürdleri arasında da bir karşıtlık yaratıyordu. Bu bağlamda 1965’teki PDKS konferansında delegelerin soruları oldukça temel ve içe dönüktü: Biz kimiz? Ne istiyoruz? Suriye devletiyle ilişkimiz nedir? Melle Mistefa Barzani ve güney Kürdistan’daki isyan ile ilişkimiz nedir ya da ne olmalıdır?
Badreddin’e göre sol kanadın bu sorular karşısındaki yanıtı şöyle özetlenebilirdi: “Biz ulusal haklarını ve kendi kaderini tayin edebilmek hakkımızı talep eden bir halkız. Suriye’nin demokratik güçleriyle ittifakın bir parçasıyız. Ve son olarak Barzani liderliğindeki mücadelenin bir parçasıyız.”Sağ kanadın yanıtı ise “Biz sınırlı kültürel hakları talep eden bir azınlığız. Suriye devlet otoritesine sadığız ve pan-Kürd bağımsızlık hareketi fikriyle ilişkimiz bulunmamaktadır” şeklinde formüle ediliyordu.
Kürd politik hareketinde yıllarca mücadele etmiş olan, sol kanattan Salah Badreddin 60’ların başında Osman Sebrî’nin başını çektiği PDKS sol kanadını “değişmez ilkelere sahip…ulusal, demokratik ve barışçıl…kararlı ve açık duruşa sahip” olarak tanımlamaktadır. Aynı dönemdeki Nureddîn Zaza liderliğindeki PDKS sağ kanadını ise özellikle 1960 Ağustosu tutuklamalarında parti sırlarını ifşa edenlere atfen “maceracı,pazarlıkçı ve oportünist” olarak nitelemektedir. Her iki kanat 1962 itibariyle ayrışmışsa da partinin resmi olarak bölünmesi kararı 1965 yılında alındı. Zaza’nın tutsak olması dolayısıyla sağ kanadın liderliğine Abdulhamid Hajji Darwish getirildi. Sağ kanat temel olarak esnaflar, toprak sahipleri gibi Kürd seçkinlerinden oluşurken sol kanat öğretmenler, öğrenciler ve eski komünistlerin bileşiminden ibaretti.
Baas rejimiyle birlikte artan huzursuzluk 1967 yılında başlayan ve Suriye'nin Golan Tepelerini kaybettiği Altı Gün Savaşları sonucunda artarak devam etmiştir. 1970 yılında karışıklıklardan faydalanan Hava Kuvvetleri Komutanı Hafız Esad öncülük ettiği askeri darbeyle yönetimi ele geçirmiştir.
Aynı yıl Güney Kürdistan’da Barzani’nin ev sahipliğinde yapılan ve her iki kanadı yeniden birleştirmeye dönük çabalar her iki kanat arasındaki uzlaşması mümkün olmayan farklılıklardan ötürü başarısızlığa uğrarken üstüne bir üçüncü partinin daha bölünmesiyle sonuçlandı. Daham Miro liderliğindeki yeni parti kendisini PDKS-Geçici Önderlik olarak tanımlamaktaydı ve açıkça Barzani PDK’sinin Suriye şubesi hüviyetinde olmasına karşılık kök salamadı ve kitleselleşemedi. Bugün bile PDKS geleneğinden gelen partiler arasında en küçük olanıdır. Daha kitlesel ve etkin olan diğer iki kanat 1957’de PDKS’nin kuruluşundaki etkinliklerine işaret eder şekilde “al-Parti” olarak da adlandırılmaktadır.